Hakkımda

Fotoğrafım
Şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. Sonrası mı? On ciltten oluşan kitap içlerine sığdırılmış geziler, gözlemler ve hayatlar... Evet hayatlar,insanı; gezmeye, görmeye tanımaya iten farklı hayatlar, aynı dünya içerisinde ama birbiri ile özdeşleşmeyen farklı hayatlar,farklı nefes alışlar...farklı nefes alışları tanıdıkça dünyaya da farklı gözden bakmayı öğrenen ben , 2009 yılında "çocukta yaparım kariyerde " diyerek DÖRT MAYIS İKİBİNON da dünyalar tatlısı KUZEYİMİZ 'LE GEZMEYE YENİ MACERALARA ATILMAYA HAZIRIZ.

21 Eylül 2009 Pazartesi

ÇEŞME-ALAÇATI

2009 Haziran ayı
....Rotamızı Çeşmeye  çeviriyoruz. Sevdiğim İzmir'e şöyle bir uzaktan bakıyoruz.Nazlı gelin gibi süzülüyor İzmir.

Evliya Çelebi, İzmir'e 1671 yazında gelir. Burada gördükleri sonrasında, seyahatnamesinde şu notları düşer: "Halkı zengindir, garip dostudur. Çuha ve kıymetli kumaştan elbise giyerler. Kadınları çuha ferace, başlarına ipekli takke giyer, üzerine de ince tülbent sararlar."

Urla tabelasını görür görmez, gezgin ruhumuza engel olamayıp, Urla tabelasına doğru sapıyoruz. Egenin dingin kasabalarından biri Urla da, yapmayı planladığımız gurme seyahatının ilk durağı olan Beğendik abi lokantasına uğruyoruz. Enfes ege yemekleri ve misafirperverliği ile çok güzel tatlar tadıyoruz.Favorim kabak çiçeği dolması ve güveçte etleri ve muhallebili tel kadayıfı.Urla deyince akla  Tanju Okan ve Yorgo Seferis ve

Diyelim bir masa var önümde
Elimde bardak
Oturmuş içiyorum
Bardak mı Urla mı tuttuğum

Bütün mahpus kasabalar
Küçük ölü kentler
Soyulan tarla tarla
Onlardan biridir Urla!
Yavaş yavaş sarhoş oluyorum. dizeleriyle Necati Cumalı gelir.

Urla sokaklarında dolaştıktan sonra  tekrar yola devam ediyoruz.

Mavi, beyaz bir cennet...ALAÇATIDAYIZ.


Mavi panjurlu, beyaz sıvalı evler, kendinizi masalın içerisine girmiş gibi hissettiriyor. Denizin kokusu burnunuza geliyor. Bu koku denizin yakında bir yerlerde olduğunu hissettiriyor..

Sıra sıra restoranların olduğu bir cadde, rengarenk, akşama doğru cıvıl cıvıl herkes şık giyinmiş, bir an kendinizi nişantaşında sanıyorsunuz.


Konaklayabileceğiniz pek çok butik otel var, ama diğer tatil yörelerine göre biraz pahalı.
Meydanda takı, antika v.s. ürünleri alabileceğiniz tezgahlar boy gösteriyor. İlk durağımız meydanda ki çay bahçesi oluyor, dinlenmek için oturuyoruz, buranın sahibi amca bizi karşılıyor, daha uygun bir butik otel aradığımızı söylüyoruz, bizi 3053. sokakta yer alan KAJAVİÇ otele gönderiyor. Bu yıl yeni açılmış şirin bir aile oteli, KAJAVİÇ boşnakça Kayaoğulları anlamına geliyor.

Sahibi, aileden kalma evi restore ediyor odalarına kardeşlerinin doğum tarihlerini gösteren numaralar veriyor ve üç gün konaklayacağımız 57 numaralı odaya yerleşiyoruz.

Ertesi gün kokusunun burnumuza geldiği ama kendisini göremediğimiz  mavi suları görmek için arabamıza binerek, beachlerin olduğu yere doğru gidiyoruz. Yolda giderken denizi gördüğünüz anda rüzgar sörfü yapanları görebiliyorsunuz. Denizin üstü rengarenk ...
Açılabilmek için biraz yürümeniz gerekiyor.. ama buna değiyor.

Akşam rengarenk alaçatı caddesindeyiz, ancak kendinizi İstanbul'dan uzaklaşmış gibi hissedemiyoruz. Bu nedenle sanırım benim tatil anlayışıma biraz uzak.

Ertesi gün ILICA'ya doğru yola koyuluyoruz.


 Önce denizin tadına varıyoruz sıra  öğle yemeğini yemeğe geliyor.ün salmış kumruyu yemek için Kumrucu Hüseyin'e gidiyoruz. Duvarları ne kadar tanındığının simgesi olan pek çok gazete kupürü kaplı, enfes kumrusunu tadıyoruz. Kumrucu Hüseyin, kumruyu İzmir halkı ile ilk tanıştıran kişi 1966’da Hüseyin Pekmen kumruyu, özel nohut ekmeği ile yapıyor.  Üzülmeyin Istanbul'daki Kumrucu Hüseyin'in şubelerinde de bu lezzet aynen devam ediyor.


Tekrar deniz kum, güneş derken, turuncu bir hal alıyor güneş, sonra ;sessiz sakin ve Ilıca geceleri. Özlediğim kordon boyunda  yürüyorum.Sevdiğim deniz kokusu burnumda , sakin görüntüsü karşımda, tabi buraya kadar gelmişken damla sakızlı dondurmasını yememek olmaz.

.....Son günümüz

Çeşmede son günümüzdeyiz, bu akşam gurme seyahatımızın son noktası olan Çiftlikköyde'ki LANGUSTO Balık Restoranına gideceğiz.Istakoz ve böceği ile ünlü bir yer burası
Kilosu 100 TL. den satılıyor. Ünlü gurme ustası Vedat Miror'un uğrak yer olduğunu öğreniyoruz. Bir böcek seçiyoruz yanına ahtapot salatası, ancak benim damak tadıma uygun olmayan bir eti olduğunu öğreniyorum, tatlı ve tuzlu arası bir tat...

19 Eylül 2009 Cumartesi

ŞİRİNCE

Fazla lafa gerek yok adı gibi Şirin bir köy. Her şeyden herkesten uzaklaşabileceğiniz, zeytinlikler arasında ev yapımı şarabınızı içip kitabınızı okuyabileceğiniz bir yer.



Selçuk 'a 8 km uzaklıktaki bu yere gelmeden önce, Efes de tarihi bir gezi yaptıktan sonra hayallere dalmak için bu köye gelebilirsiniz.

Yedi uyuyanlar, Meryem ada Kilisesi,

Köyün eski adı Kırkınca, anlatılana göre,Kırkınca halk dilinde Çirkince'ye dönüşmüş. Bir rivayete göre ise, köy halkı köylerinin güzellikleri bozulmasın, kimse gelmesin diye köyün adına Çirkince demişler.

Buraya adımımızı attığımızda, gördüğümüz Dionysos Pansiyon'un adeta bizi çağırdığını hissederek, adımımızı atıyoruz.İSmail abinin sıcakkanlı tavırları ile sanki bir akrabamızı ziyarete gelmiş gibi hissediyoruz.



Diğer konaklama yerlerine göre daha uygun olan bu pansiyonda sabahları meyve ağaçları arasında enfes bir kahvaltı yapıyorsunuz.



Bence Şirince kelimesine en yakışanı burasının evleri, farklı mimarisi ile asıl güzellik evleri


Köyün meydanında sıra sıra şarap satıcılarında şarapları tadabilirsiniz. Köylü kadınların sattığı zeytin yağı, sabun, kantoran alabilirsiniz.

18 Eylül 2009 Cuma

YIL 2006...PRAG-KARLOVY VARY-KUTNA HORNA

Tarih ve romantizm şehri Prag...

Çek Hava Yollarına ait uçak ile direkt Prag uçuşumuz sonunda, rehberimiz Çetin bizi hava alanında karşılıyor ve şehir turuna otele  uğramadan başlıyoruz. Prag diğer avrupa şehirlerine göre ucuz bir şehir, caddeler temiz, tramvay ağı ile rahatlıkla gezebileceğiniz bir yer.Yemek kültürü çok fazla gelişmemiş olmakla birlikte en ünlü yemeği " Gulaş" namı diğer etli patates. Tabi siz gün içinde fasd foodları tercih edebilirsiniz. Bu arada bira severlere müjde; Prag'ın beş yüz çeşit birası olduğu söyleniyor, özellikle siyah birası tavsiye ediliyor. Burada su yerine bira tüketiliyor...Bu nedenle marketlerde su şişelerine ayrılan bölüm çok az.

Çek bayanları bilindiği üzere çok güzel ancak, 25 inden sonra, gece 00.00 da pamuk prensesin kül kedisine dönüştüğü gibi, inanılmaz bir evrim geçiriyorlar:))

Şehrin görülecek ilk yeri tepedeki Prag Kalesi,buraya faytonlarla yada 1950 li yıllardan kalma arabalarla çıkılabiliyor. Kaleden aşağı doğru inerken Prag'ın enfes güzelliği size bir kez daha MERHABA diyor.

Prag'ın simgesi Vitava nehri ve üzerini süsleyen en önemli köprü olan Charles köprüsü üzerinde bir gezinti yapın derim, sokak ressamları , hediyelik eşya satıcıları ve tabi yüzünü saklayan dilenciler her daim bu köprüde.


Charles köprüsü üzerindeki heykeller sizi büyüleyecek,en önemlisi ise,Aziz Nepomuk heykelidir.( Başında yıldızlar bulunan heykel)

....Nehrin üstünde yaptığınız bu geziyi birde nehir üzerinde yapmaya ne dersiniz. Nehir kenarında pek çok küçük gezinti teknesi görebilirsiniz. Çok uygun fiyatlarla , bu teknelerle gezinti yapabilirsiniz. Aman  akşam yemeğinide hallederim diye yemekli tekne seçmeyin.

..... Saat kulesini atlamayalım, köprüden geçip biraz yürüdüğünüzde, astronomik saat kulesinin bulunduğu eski şehir meydanı karşınıza çıkıyor.Yelkovan her 12 yi gösterdiğinde ilginç bir gösteri başlıyor.Her saat başı çanlar çaldığında iki küçük pencere açılıyor ve içinden 12 havariyi temsil eden heykeller çıkıp izleyenlere selam veriyor. Aynı anda saatin sağ yanındaki yaşam ve ölümü temsil eden iskelet figürü elindeki asayı yere vurup, ''topraktan gelip toprağa gitmeyi'' hatırlatıyor.


.....Bir gecenizi mutlaka çek gecesine ayırın.



.....VE KAPILICALAR ŞEHRİ KARLOVY VARY
Bugün ekstra Karlovy Vary turuna katılıyoruz. Rehberimiz Çetin bizi midibüsle alıyor ve yola koyuluyoruz.İki saat uzaklıktaki kaplıcaları ile ünlü bir şehir burası. Bu şehir de adını Charles’tan yani Karl’dan alıyor; Karl’ın Banyosu.

Karlovy Vary’nin kaplıcasından başka Jean Becherovka adlı bir vatandaşın ürettiği Becherovka denilen bir içkisi meşhur. Kaplıca sularının tuzlu, tuhaf tadını unutturmak için yapmış bu içki, sert tadıyla ne yazık ki beğenimizi kazanamıyor.
Buradan aldığımız içkiyi, kadim dostumuz Zafer'e hediye ediyoruz. Zafer, her misafirliğe gittiğimizde içkiyi bize ikram ederek,
abi buda içilir mi diyerek bizi kahkahalara boğuyor.

Burada Bata mağazasını ve bohemia kristali, porsenelini görebilirsiniz. aaaa unutmadan  Atatürk'ün kaldığı yeride mutlaka görün.

......KUTNA HORA


Maceraperest ruhumuzu burada da göstermeye karar vererek UNESCO'nun dünya mirası listesindeki şehre gitmeye karar verdik. Görmek istediğimiz yer ise Sedlic kilisesi yani kemikli kilise...Rehberimizin tur önerisini ret edip sabahın erken saatleri turda tanıştığımız iki arkadaş ve eşim yollara düştük. Otobüslerin kalktığı ana terminalden kutna hornaya giden otobüse bindik. Hangisi olduğunu bulmanız hiç zor değil.. çünkü bütün turistlerin durduğu 4 numaralı peron, iki saat kadar yolculuktan sonra , kutna hornaya geldiğinizde kapılar açılıyor ve herkes aşağıya iniyor. İndikten sonra, gözümüze kestirdiğimiz bir markette ekmek domates ve peynir alarak yaptığımız sandviç ile karnımızı doyuruyoruz. Ve yürümeye başlıyoruz.

İngilizce bilmiyorlar, Almanya'ya komşu kentte almancada konuşan birini bulamayınca da hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bizimkiler pes ettik geri dönelim dediğinde gözüme kırtasiye malzemeleri satan bir dükkan kestiriyorum ve son üç aydır oynadığımız tabunun bana kattığı yetenek ile " kemikli kilise"ye nasıl gidileceğini sormaya çalışıyorum. önce ölü numarası yapıp sonra kemiklerimi gösteriyorum ve teyzenin ağzından çıkan "skelet" kelimesi ile kahkahalara boğuluyorum, bizimkiler şaşkın şaşkın bana karşı caddeden bakıyor.. yani iskelet deseydim kendimi bu kadar komik bir hale sokmayacaktım. skelet kelimesi ile birlikte aldığımız yol tarifi uyarınca yürümeye başlıyoruz. ....ve kemikli kiliseye varıyoruz.

Bir mezarlık ve içindeki küçük bir kilise,  Haçlı seferlerinden dönenler, Kudüs toprağı getirmişler ve buraya koymuşlar. Bunun üzerine: soylular, bu mezarlığa gömülmeye başlamış, derken, çıkan bir savaşta ölen tüm askerler de buraya getirilmiş, üstüne bir de veba salgını olmuş ve ölenler yine buraya defnedilmişler. Daha sonra kemikler, kiliseye yerleştirilmiş, tüm kemikleri toplamışlar, parlatmışlar ve küçük kilisenin içerisinde dekor malzemesi olarak kullanmışlar. İçeride her şey kemikten...: şamdan, avize, armalar ... Söylentiye göre insanlar ölümlü olduklarını unutmasınlar ve ibret olsun diye bu şekilde bir kilise meydana getirilmiş.

Kilisenin en önemli yeri  : Schwarzenberg Prensliğinin arması. Ama bu arma kemiklerden yapılmış. Armada,gözü karga iskeleti ile oyulan bir kafatası bulunuyor. Bu kafatası, prensin Türklere karşı kazandığı bir savaşı temsil ediyormuş. Türklerin gözünü oyduk anlamında (!)

Dönüşü trenle yapmaya karar verdikten sonra, istasyonu sormaya karar verdik. Tren,  ne kadar farklı bir kelime olabilir ki diye düşündük, ama bunu en az beş kişiye sorduktan sonra öğrendik. "Nadrazi" diyebilseydik... her şey çok kolay olacaktı. İstasyon şehre 2 km uzaklıkta tren ile praga dönüş iki saat sürüyor ( 70 km) ve otobüsten daha rahat bir yolculuk yapıyorsunuz. Yalnız istasyon pek bakımlı değil, bu sizi korkutmasın hiç bir sıkıntı yok...

Benim aklım bata da gördüğüm ayakkabıda eşimin aklı saat kulesinin olduğu meydana yakın dükkanda gördüğü tramvayda kalarak Çek maceramız sona eriyor.




15 Eylül 2009 Salı

GEZMEYİ EĞLENMEYİ SEVEN EUROPA

Europa'nın parlak teni ve göz alıcı bakışları dillere destandır. Gezmeyi eğlenmeyi seven Europa sabahları erken kalkar, ve hemen arkadaşlarını çağırırdı. Birlikte güllerin açtığı suların tatlı şırıltılar çıkararrak aktığı bahçelere giderlerdi.
Europa ve arkadaşları deniz kenarında bulunan,bahçelerden çiçek toplarken , Zeus Europayı görür. Europa, Olympos'un baş tanrısının çok hoşuna gider. Zeus, hem karısı Hera'ya farkettirmemek hemde Europa'yı ürkütmemek için boğa şeklinde girer. Kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında dolaşmaya başlar. Europa bu beyaz muhteşem hayvanı görür. Boğa için çiçeklerden bir taç yapar ve boynuzlarının çevresine takar. Bu uysal görünüşlü hayvanın üzerine biner, boğa aniden suya doğru ilerlemeye ve Girit'e doğru prensesi taşımaya başlar. Girit adasına vardığında, Zeus kıymetli yükünü bir çınarın gölgesine yerleştirir. Zeus, Tanrı şeklini alarak kendisini Europa'ya tanıtır. Europa, Zeusun kolları arasında uyur ve bütün dünya krallarının ilki ve en iyisi olan Girit kralı Minos bu sevgiden doğar.