Hakkımda

Fotoğrafım
Şefaat isteyecekken, şaşırıp "Seyahat ya Resulallah" dedi. Böylece birçok ülkeyi gezme, tanıma fırsatı bulduğunu yazar. Sonrası mı? On ciltten oluşan kitap içlerine sığdırılmış geziler, gözlemler ve hayatlar... Evet hayatlar,insanı; gezmeye, görmeye tanımaya iten farklı hayatlar, aynı dünya içerisinde ama birbiri ile özdeşleşmeyen farklı hayatlar,farklı nefes alışlar...farklı nefes alışları tanıdıkça dünyaya da farklı gözden bakmayı öğrenen ben , 2009 yılında "çocukta yaparım kariyerde " diyerek DÖRT MAYIS İKİBİNON da dünyalar tatlısı KUZEYİMİZ 'LE GEZMEYE YENİ MACERALARA ATILMAYA HAZIRIZ.

5 Kasım 2010 Cuma

ANADOLU FENERİ

Kafamı dağıtmak istediğimde gitmeyi sevdiğim yerlerden biri Anadolu Feneri, belki dönüşte birde Poyrazköy...

Anadolu Kavağın dan sonra yola devam edin ve işte karşınızda Anadolu Feneri ve "kaptanın yeri".
Taze balıklar ve güveçte helva, heryer sarı lacivert renkler ve Atatürk resimleri ile dolu, tabelasında "çeşit değil yalnız günlük yöresel balık bulunur" yazıyor. Sanırım bu ifade herşeyi özetliyor."Kaptanın Yeri" isimli lokantayı Ahmet Faruk Başaran işletiyor. Tel No: 0(216) 536 02 36.

Sahile inen yokuşu kullanmayıp da düz devam ederek fenere ulaşanlar, fenere komşu olan caminin balkonundan çevreyi seyretme imkânı buluyorlar.
KAPTAN'IN YERİ

Evliya Çelebi Seyehatnamesi’nde Beykoz’u şöyle anlatmaktadır: “Servi Burnun’nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı âzimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. Çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş altı gemi direğini birbirine bağlayıp denize dikmişlerdir. Karadeniz tarafından kılıçbalıkları geldiğinde direğin tepesindeki âdemler ellerindeki taşları kılıç balıklarının arkasına doğru atınca balıklar emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkçılar kayıklarla kılıçbalıklarına yanaşıp kargı ve tokmaklarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Yuşa Nebi mesireleri vardır.”

23 Ekim 2010 Cumartesi

AŞIKLAR ŞEHRİ PARİS

Uzun zaman oldu yazmayalı, biriken o kadar yazı, resim, anı var ki, hamileliğim döneminde raporlu olduğum dönemleri değerlendirip biriken yazıları buraya aktarabilirdim ama, insan farklı bir modda oluyor ve kendini veremiyor nedense, ama artık yavaş yavaş yazıları yazmalı gidilen yerleri paylaşmalı .

Yıl: 2008 Haziran, Sevgili kocacığıma bir sürpriz yaparak,Cafe tur ile sözleşmemizi imzaladım. Her gezide tercih ettiğim prontoyu bu sefer tercih etmedim, aslında özel bir nedeni yok, pronto ile yapmış olduğumuz turlardan gayet memnunuz ancak, bir arkadaşımızın önerisi ile cafe turun paris turlarının metini duyunca denemeye kalktım.Bir kaç otel seçeneği arasında aslında daha ucuz ama adını Türkiye'dende bildiğimiz ibis oteli seçtim. Çokta memnun kaldık. Otelin tam karşısında Kahramanmaraş'dan gelip Paris'e yerleşen ve kebapçı açan Türk işletmecisi ile tanışınca paris gezimiz süper oldu. Çünkü tüm detayları öğrenip tura sadık kalmadan gezdik. Otelimizin camında eiffel kulesini görebiliyorduk, benim için Paris'e gitmiş olmak bile rüya gibiydi, uyandığımda otelin camından kuleyi görmek ise güne muhteşem başlangıçtı.
Eiffel Kulesi. 300 metre  yüksekliğinde yapımı yaklaşık iki yıl sürmüş. Demir yığını olarak adlandırıp beğenmeyenler olsa da dünyanın en çok ziyaret edilen yapılarından biri ve yılda 6 milyon civarında ziyaretçi geliyormuş. Kulenin tepesine çıkılabiliyor biz en tepesine çıkmadık. Ancak kuyruğu göze alabiliyorsanız gelmişken çıkmakta fayda var derim Biz 9 Euro ödeyerek belirli bir katına kadar çıktık.f verici     Eiffel Kulesi ile aynı fotoğraf karesine girmek için en güzel yer  karşı kıyısındaki ocadero metro durağında iner inmez göreceğiniz merdivenler olduğunu hatırlatayım.

Ama asıl keyif verici olan Kulenin bulunduğu mekanda çimlerin üzerinde her çeşit milletin uzanarak kiminin piknik kiminin şarap içerek eiffelin değişen ışık oyununu izlemesiydi.Gezimizde en keyif aldığım andı.
Dönüşte kuleye yakın bir yerden kalkan feribotlara binerek sein nehrinde bir gezintiye çıkarak Parisi birde
 nehirden gördük.

Şanzelize;  Champs Elysees caddesindeyiz. Bir ucu Concorde Meydanı'ndaki dikili taşa, diğer ucu ise Arc de Triomphe yani Zafer Takı'na uzanan en ünlü caddelerinden birindeyiz

 Fransız Devrimi sonrasında 1800 ile 1815 yılları arasında Napolyon önderliğinde yapılan Napolyon Savaşları sırasında ölen askerler anısına yaptırılan bu güzel anıtı ve altındaki hiç sönmemek üzere yanan ateşi görmelisiniz.



Sacre Coeura gelince, uzun merdivenlerden sonra beyaz endamı ile  duruşundan çok  buraya merdiven kullanmayarak finüküler sistemi ile çıkmak hoşuma gitmişti.

 İlkbahar ya da yaz aylarında giderseniz merdivenlerine oturarak  tadını çıkarmalısınız.

Buraya gitmek için 2 numaralı metro hattının Anvers durağında iniyor ve füniküler ile yukarı çıkıyorsunuz. İnerken yürüyerek merdivenlerden inebilirsiniz.   Bazilikanın bulunduğu Montmartrenin aslında anlamı şehitler tepesi demekmiş. Burada şehitler ile din uğruna acı çekerek ölen azizler kastediliyor. Amelie filminin çekildiği bu şirin  semte ressamların bulunması sebebiyle "sanatçılar tepesi" denilmektedir. Sacre Coeur'un arka tarafına doğru şirin ve dar yollardan yürüdükten sonra aşağıdaki bir sürü ressamın ve karikatüristin çizimlerini görebilirsiniz.  
Şirketten arkadaşım Aylin'nin parise gidiyorsan bana fransız keteni alırmısın demesi üzerine, tamamen tesadüfen aslında burada kumaş satan dükkanların olduğunu görünce, fransız keteni almak için dükkanlardan birine girdik, tabi güzel kumaşları görünce kendimizede alışveriş yaptık.


 

Bu piramidin yapımı 1989 yılında tamamlanmış. François Mitterrand'ın görevlendirdiği Çin asıllı Amerikalı mimar tarafından yapılan bu piramit müzenin tarihi mimarisiyle bağdaşmadığı için  tartışmalara yol açmış. 

Müzeyi anlatmayacağım çünkü gezerek bir haftada bitecek bir müzeyi burada anlatmak imkansız. Yalnız önemli bir anektod mona lisa tablosunun bende yarattığı hayal kırklığı idi. Tablo tabi ki süper ama gözümüzde o kadar büyütmüşüz ki kalabalığı ve japonların resmin önüne konuşlanıp fotoğraflarını çekme durumunu atlatıp ulaştığımızda, küçücük bir tablo ile karşılaşınca hayal kırıklığı yaşadım. hayal kırıklığım resme değil boyuttaydı.


Mona Lisa tablosundan daha çok beğendiğim tablo ise su içinde ölü melek tablosu.



Sırada Louvre müzesi; Louvre'un meşhur piramidinin önündeki kuyruk inanılmaz. Bilet almak için bu uzun uzun  kuyrukları aşmak gerekiyordu, muhtemelen bize iki günde sıra gelir diye düşünürken müze girişinde  otomatik bilet sistemini görünce bunca insan niye kuyruk bekliyor diye düşünmedik değil. Çok cüzi bir bedel daha fazla ödeyerek aynen akbil dolum gişesi gibi paranızı makinaya sürüp bileti alıp anında müzeye girebiliyorsunuz.










Paris caddelerinde  Pegout standını girip, pegoutun son çıkan model arabasını satın almam, model araba merakı olan kocam için en güzel hediye olmuştu. Ufak çaplı alışverişten sonra, Şanzelizenin keyfini iyice çıkardıktan sonra otelimize döndük. Ertesi gün Disneylan'da gidecektik. Yine bu durum en çok sevgilimi mutlu ediyordu. Disneylan'da turla gitmek yerine turda tanıdığımız iki arkadaşımızla bireysel gitmeye karar verdik. Daha ucuza mal ettik. (57 Euro)  Kendirinizi bir anda bir masalın içerisinde gibi hissediyordunuz.Donald duck mickey mouse mini mouse, pamuk prenses yedi cüceler, uyuyan güzel, aklınıza gelen özellikle bizim dönemimizin ( 78-77) çizgi kahramanlarının geçiş töreni büyüleyiciydi. Tabi çizgi film ve oyuncak manyağı sevgili eşime ayak uydurabilmek ne mümkün en son kaldırıma çömelerek kendisini kendi hal,ine bıraktığımı hatırlıyorum.
Galeries La Fayette ve Opera
Galeries La Fayette, erkek ve ev dekorasyonu bölümü ayrı birer bina olan üç tane çok katlı mağazadan oluşuyor.   Benim gibi ayakkabı delisi biri buradan iki ayakkabı alarak yurda döndü.

 Bu arada Paris'in en ünlü outlet'i olan La Vallee'yi de unutmamak gerekir. Burası Paris'e trenle yaklaşık 35 dakika mesafede,  açıkhava bir outlet köyü, RER A hattının Marne La Vallee/Parc Disneyland yönüne biniyor ve sondan bir önceki durak olan Val D'Europe'da iniyorsunuz. Kısa bir yürüme mesafesinden sonra buradasınız.

Bu arada gezmiş olduğum diğer avrupa şehirlerine göre yemek problem değil, kahvaltıda nutellalı krepler , meşhur macaroonlar, peynirler......hıııımmm



EİFFEL KULESİ



KOCACIMIN PARMAĞI VE EİFFEL KULESİ


LOUVRE MÜZESİNDEN MUMYALAR



21 Eylül 2009 Pazartesi

ÇEŞME-ALAÇATI

2009 Haziran ayı
....Rotamızı Çeşmeye  çeviriyoruz. Sevdiğim İzmir'e şöyle bir uzaktan bakıyoruz.Nazlı gelin gibi süzülüyor İzmir.

Evliya Çelebi, İzmir'e 1671 yazında gelir. Burada gördükleri sonrasında, seyahatnamesinde şu notları düşer: "Halkı zengindir, garip dostudur. Çuha ve kıymetli kumaştan elbise giyerler. Kadınları çuha ferace, başlarına ipekli takke giyer, üzerine de ince tülbent sararlar."

Urla tabelasını görür görmez, gezgin ruhumuza engel olamayıp, Urla tabelasına doğru sapıyoruz. Egenin dingin kasabalarından biri Urla da, yapmayı planladığımız gurme seyahatının ilk durağı olan Beğendik abi lokantasına uğruyoruz. Enfes ege yemekleri ve misafirperverliği ile çok güzel tatlar tadıyoruz.Favorim kabak çiçeği dolması ve güveçte etleri ve muhallebili tel kadayıfı.Urla deyince akla  Tanju Okan ve Yorgo Seferis ve

Diyelim bir masa var önümde
Elimde bardak
Oturmuş içiyorum
Bardak mı Urla mı tuttuğum

Bütün mahpus kasabalar
Küçük ölü kentler
Soyulan tarla tarla
Onlardan biridir Urla!
Yavaş yavaş sarhoş oluyorum. dizeleriyle Necati Cumalı gelir.

Urla sokaklarında dolaştıktan sonra  tekrar yola devam ediyoruz.

Mavi, beyaz bir cennet...ALAÇATIDAYIZ.


Mavi panjurlu, beyaz sıvalı evler, kendinizi masalın içerisine girmiş gibi hissettiriyor. Denizin kokusu burnunuza geliyor. Bu koku denizin yakında bir yerlerde olduğunu hissettiriyor..

Sıra sıra restoranların olduğu bir cadde, rengarenk, akşama doğru cıvıl cıvıl herkes şık giyinmiş, bir an kendinizi nişantaşında sanıyorsunuz.


Konaklayabileceğiniz pek çok butik otel var, ama diğer tatil yörelerine göre biraz pahalı.
Meydanda takı, antika v.s. ürünleri alabileceğiniz tezgahlar boy gösteriyor. İlk durağımız meydanda ki çay bahçesi oluyor, dinlenmek için oturuyoruz, buranın sahibi amca bizi karşılıyor, daha uygun bir butik otel aradığımızı söylüyoruz, bizi 3053. sokakta yer alan KAJAVİÇ otele gönderiyor. Bu yıl yeni açılmış şirin bir aile oteli, KAJAVİÇ boşnakça Kayaoğulları anlamına geliyor.

Sahibi, aileden kalma evi restore ediyor odalarına kardeşlerinin doğum tarihlerini gösteren numaralar veriyor ve üç gün konaklayacağımız 57 numaralı odaya yerleşiyoruz.

Ertesi gün kokusunun burnumuza geldiği ama kendisini göremediğimiz  mavi suları görmek için arabamıza binerek, beachlerin olduğu yere doğru gidiyoruz. Yolda giderken denizi gördüğünüz anda rüzgar sörfü yapanları görebiliyorsunuz. Denizin üstü rengarenk ...
Açılabilmek için biraz yürümeniz gerekiyor.. ama buna değiyor.

Akşam rengarenk alaçatı caddesindeyiz, ancak kendinizi İstanbul'dan uzaklaşmış gibi hissedemiyoruz. Bu nedenle sanırım benim tatil anlayışıma biraz uzak.

Ertesi gün ILICA'ya doğru yola koyuluyoruz.


 Önce denizin tadına varıyoruz sıra  öğle yemeğini yemeğe geliyor.ün salmış kumruyu yemek için Kumrucu Hüseyin'e gidiyoruz. Duvarları ne kadar tanındığının simgesi olan pek çok gazete kupürü kaplı, enfes kumrusunu tadıyoruz. Kumrucu Hüseyin, kumruyu İzmir halkı ile ilk tanıştıran kişi 1966’da Hüseyin Pekmen kumruyu, özel nohut ekmeği ile yapıyor.  Üzülmeyin Istanbul'daki Kumrucu Hüseyin'in şubelerinde de bu lezzet aynen devam ediyor.


Tekrar deniz kum, güneş derken, turuncu bir hal alıyor güneş, sonra ;sessiz sakin ve Ilıca geceleri. Özlediğim kordon boyunda  yürüyorum.Sevdiğim deniz kokusu burnumda , sakin görüntüsü karşımda, tabi buraya kadar gelmişken damla sakızlı dondurmasını yememek olmaz.

.....Son günümüz

Çeşmede son günümüzdeyiz, bu akşam gurme seyahatımızın son noktası olan Çiftlikköyde'ki LANGUSTO Balık Restoranına gideceğiz.Istakoz ve böceği ile ünlü bir yer burası
Kilosu 100 TL. den satılıyor. Ünlü gurme ustası Vedat Miror'un uğrak yer olduğunu öğreniyoruz. Bir böcek seçiyoruz yanına ahtapot salatası, ancak benim damak tadıma uygun olmayan bir eti olduğunu öğreniyorum, tatlı ve tuzlu arası bir tat...

19 Eylül 2009 Cumartesi

ŞİRİNCE

Fazla lafa gerek yok adı gibi Şirin bir köy. Her şeyden herkesten uzaklaşabileceğiniz, zeytinlikler arasında ev yapımı şarabınızı içip kitabınızı okuyabileceğiniz bir yer.



Selçuk 'a 8 km uzaklıktaki bu yere gelmeden önce, Efes de tarihi bir gezi yaptıktan sonra hayallere dalmak için bu köye gelebilirsiniz.

Yedi uyuyanlar, Meryem ada Kilisesi,

Köyün eski adı Kırkınca, anlatılana göre,Kırkınca halk dilinde Çirkince'ye dönüşmüş. Bir rivayete göre ise, köy halkı köylerinin güzellikleri bozulmasın, kimse gelmesin diye köyün adına Çirkince demişler.

Buraya adımımızı attığımızda, gördüğümüz Dionysos Pansiyon'un adeta bizi çağırdığını hissederek, adımımızı atıyoruz.İSmail abinin sıcakkanlı tavırları ile sanki bir akrabamızı ziyarete gelmiş gibi hissediyoruz.



Diğer konaklama yerlerine göre daha uygun olan bu pansiyonda sabahları meyve ağaçları arasında enfes bir kahvaltı yapıyorsunuz.



Bence Şirince kelimesine en yakışanı burasının evleri, farklı mimarisi ile asıl güzellik evleri


Köyün meydanında sıra sıra şarap satıcılarında şarapları tadabilirsiniz. Köylü kadınların sattığı zeytin yağı, sabun, kantoran alabilirsiniz.

18 Eylül 2009 Cuma

YIL 2006...PRAG-KARLOVY VARY-KUTNA HORNA

Tarih ve romantizm şehri Prag...

Çek Hava Yollarına ait uçak ile direkt Prag uçuşumuz sonunda, rehberimiz Çetin bizi hava alanında karşılıyor ve şehir turuna otele  uğramadan başlıyoruz. Prag diğer avrupa şehirlerine göre ucuz bir şehir, caddeler temiz, tramvay ağı ile rahatlıkla gezebileceğiniz bir yer.Yemek kültürü çok fazla gelişmemiş olmakla birlikte en ünlü yemeği " Gulaş" namı diğer etli patates. Tabi siz gün içinde fasd foodları tercih edebilirsiniz. Bu arada bira severlere müjde; Prag'ın beş yüz çeşit birası olduğu söyleniyor, özellikle siyah birası tavsiye ediliyor. Burada su yerine bira tüketiliyor...Bu nedenle marketlerde su şişelerine ayrılan bölüm çok az.

Çek bayanları bilindiği üzere çok güzel ancak, 25 inden sonra, gece 00.00 da pamuk prensesin kül kedisine dönüştüğü gibi, inanılmaz bir evrim geçiriyorlar:))

Şehrin görülecek ilk yeri tepedeki Prag Kalesi,buraya faytonlarla yada 1950 li yıllardan kalma arabalarla çıkılabiliyor. Kaleden aşağı doğru inerken Prag'ın enfes güzelliği size bir kez daha MERHABA diyor.

Prag'ın simgesi Vitava nehri ve üzerini süsleyen en önemli köprü olan Charles köprüsü üzerinde bir gezinti yapın derim, sokak ressamları , hediyelik eşya satıcıları ve tabi yüzünü saklayan dilenciler her daim bu köprüde.


Charles köprüsü üzerindeki heykeller sizi büyüleyecek,en önemlisi ise,Aziz Nepomuk heykelidir.( Başında yıldızlar bulunan heykel)

....Nehrin üstünde yaptığınız bu geziyi birde nehir üzerinde yapmaya ne dersiniz. Nehir kenarında pek çok küçük gezinti teknesi görebilirsiniz. Çok uygun fiyatlarla , bu teknelerle gezinti yapabilirsiniz. Aman  akşam yemeğinide hallederim diye yemekli tekne seçmeyin.

..... Saat kulesini atlamayalım, köprüden geçip biraz yürüdüğünüzde, astronomik saat kulesinin bulunduğu eski şehir meydanı karşınıza çıkıyor.Yelkovan her 12 yi gösterdiğinde ilginç bir gösteri başlıyor.Her saat başı çanlar çaldığında iki küçük pencere açılıyor ve içinden 12 havariyi temsil eden heykeller çıkıp izleyenlere selam veriyor. Aynı anda saatin sağ yanındaki yaşam ve ölümü temsil eden iskelet figürü elindeki asayı yere vurup, ''topraktan gelip toprağa gitmeyi'' hatırlatıyor.


.....Bir gecenizi mutlaka çek gecesine ayırın.



.....VE KAPILICALAR ŞEHRİ KARLOVY VARY
Bugün ekstra Karlovy Vary turuna katılıyoruz. Rehberimiz Çetin bizi midibüsle alıyor ve yola koyuluyoruz.İki saat uzaklıktaki kaplıcaları ile ünlü bir şehir burası. Bu şehir de adını Charles’tan yani Karl’dan alıyor; Karl’ın Banyosu.

Karlovy Vary’nin kaplıcasından başka Jean Becherovka adlı bir vatandaşın ürettiği Becherovka denilen bir içkisi meşhur. Kaplıca sularının tuzlu, tuhaf tadını unutturmak için yapmış bu içki, sert tadıyla ne yazık ki beğenimizi kazanamıyor.
Buradan aldığımız içkiyi, kadim dostumuz Zafer'e hediye ediyoruz. Zafer, her misafirliğe gittiğimizde içkiyi bize ikram ederek,
abi buda içilir mi diyerek bizi kahkahalara boğuyor.

Burada Bata mağazasını ve bohemia kristali, porsenelini görebilirsiniz. aaaa unutmadan  Atatürk'ün kaldığı yeride mutlaka görün.

......KUTNA HORA


Maceraperest ruhumuzu burada da göstermeye karar vererek UNESCO'nun dünya mirası listesindeki şehre gitmeye karar verdik. Görmek istediğimiz yer ise Sedlic kilisesi yani kemikli kilise...Rehberimizin tur önerisini ret edip sabahın erken saatleri turda tanıştığımız iki arkadaş ve eşim yollara düştük. Otobüslerin kalktığı ana terminalden kutna hornaya giden otobüse bindik. Hangisi olduğunu bulmanız hiç zor değil.. çünkü bütün turistlerin durduğu 4 numaralı peron, iki saat kadar yolculuktan sonra , kutna hornaya geldiğinizde kapılar açılıyor ve herkes aşağıya iniyor. İndikten sonra, gözümüze kestirdiğimiz bir markette ekmek domates ve peynir alarak yaptığımız sandviç ile karnımızı doyuruyoruz. Ve yürümeye başlıyoruz.

İngilizce bilmiyorlar, Almanya'ya komşu kentte almancada konuşan birini bulamayınca da hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bizimkiler pes ettik geri dönelim dediğinde gözüme kırtasiye malzemeleri satan bir dükkan kestiriyorum ve son üç aydır oynadığımız tabunun bana kattığı yetenek ile " kemikli kilise"ye nasıl gidileceğini sormaya çalışıyorum. önce ölü numarası yapıp sonra kemiklerimi gösteriyorum ve teyzenin ağzından çıkan "skelet" kelimesi ile kahkahalara boğuluyorum, bizimkiler şaşkın şaşkın bana karşı caddeden bakıyor.. yani iskelet deseydim kendimi bu kadar komik bir hale sokmayacaktım. skelet kelimesi ile birlikte aldığımız yol tarifi uyarınca yürümeye başlıyoruz. ....ve kemikli kiliseye varıyoruz.

Bir mezarlık ve içindeki küçük bir kilise,  Haçlı seferlerinden dönenler, Kudüs toprağı getirmişler ve buraya koymuşlar. Bunun üzerine: soylular, bu mezarlığa gömülmeye başlamış, derken, çıkan bir savaşta ölen tüm askerler de buraya getirilmiş, üstüne bir de veba salgını olmuş ve ölenler yine buraya defnedilmişler. Daha sonra kemikler, kiliseye yerleştirilmiş, tüm kemikleri toplamışlar, parlatmışlar ve küçük kilisenin içerisinde dekor malzemesi olarak kullanmışlar. İçeride her şey kemikten...: şamdan, avize, armalar ... Söylentiye göre insanlar ölümlü olduklarını unutmasınlar ve ibret olsun diye bu şekilde bir kilise meydana getirilmiş.

Kilisenin en önemli yeri  : Schwarzenberg Prensliğinin arması. Ama bu arma kemiklerden yapılmış. Armada,gözü karga iskeleti ile oyulan bir kafatası bulunuyor. Bu kafatası, prensin Türklere karşı kazandığı bir savaşı temsil ediyormuş. Türklerin gözünü oyduk anlamında (!)

Dönüşü trenle yapmaya karar verdikten sonra, istasyonu sormaya karar verdik. Tren,  ne kadar farklı bir kelime olabilir ki diye düşündük, ama bunu en az beş kişiye sorduktan sonra öğrendik. "Nadrazi" diyebilseydik... her şey çok kolay olacaktı. İstasyon şehre 2 km uzaklıkta tren ile praga dönüş iki saat sürüyor ( 70 km) ve otobüsten daha rahat bir yolculuk yapıyorsunuz. Yalnız istasyon pek bakımlı değil, bu sizi korkutmasın hiç bir sıkıntı yok...

Benim aklım bata da gördüğüm ayakkabıda eşimin aklı saat kulesinin olduğu meydana yakın dükkanda gördüğü tramvayda kalarak Çek maceramız sona eriyor.




15 Eylül 2009 Salı

GEZMEYİ EĞLENMEYİ SEVEN EUROPA

Europa'nın parlak teni ve göz alıcı bakışları dillere destandır. Gezmeyi eğlenmeyi seven Europa sabahları erken kalkar, ve hemen arkadaşlarını çağırırdı. Birlikte güllerin açtığı suların tatlı şırıltılar çıkararrak aktığı bahçelere giderlerdi.
Europa ve arkadaşları deniz kenarında bulunan,bahçelerden çiçek toplarken , Zeus Europayı görür. Europa, Olympos'un baş tanrısının çok hoşuna gider. Zeus, hem karısı Hera'ya farkettirmemek hemde Europa'yı ürkütmemek için boğa şeklinde girer. Kızların çiçek topladıkları bahçenin etrafında dolaşmaya başlar. Europa bu beyaz muhteşem hayvanı görür. Boğa için çiçeklerden bir taç yapar ve boynuzlarının çevresine takar. Bu uysal görünüşlü hayvanın üzerine biner, boğa aniden suya doğru ilerlemeye ve Girit'e doğru prensesi taşımaya başlar. Girit adasına vardığında, Zeus kıymetli yükünü bir çınarın gölgesine yerleştirir. Zeus, Tanrı şeklini alarak kendisini Europa'ya tanıtır. Europa, Zeusun kolları arasında uyur ve bütün dünya krallarının ilki ve en iyisi olan Girit kralı Minos bu sevgiden doğar.